MEMLEKET HASRETİ...
Yaşar Kemal ve diğer önemli yazarlar sık sık bahseder...
Özellikle, değerli hemşerim Turan Kunt' un bana gönderdiği ve büyük bir zevkle okuduğum “Midillide Söğüdün Gölgesinde” kitabı, tamda bu türden yaşanmışlıkları anlatıyor. Sevgili Turan' a bu kitap için tekrar tekrar teşekkürler.
Bir düşünün...
Atanız, Dedeniz, babanız ve siz...
Aynı topraklarda doğup büyümüşsünüz.
Aniden çıkan bir fırtına...
Ardından hoooop!
Sizi alıp nereye fırlatırsa!..
Özelikle 1.Dunya savaşından sonra mübadele döneminde Rumlar ve diğer halkların yaşadıkları topraklardan sökülüp kopartılmaları...
Mezopotamya' nin ise, bir başka!..
Geriye bıraktıkları tarifi imkansız ayrılıkların, özlemlerin, aşkların ve ardından yaşanan acıları, travmaları...
Yaşam, hiç beklemediğiniz bir anda alıp tutup fırlatıverir sizi, hayal edemeyeceğiniz bir başka aleme.
Bazen şartlar zorlar sizi, seçme hakkı size ait olur; siz atarsınız kendinizi bir gurbet diyara...
İnsan, bir gurbete, sılaya düşüvermesin, memleket özlemi bir başka oluyor gurbet elde.
Aslında; yaşadığımız yerler yarı vatan, yarı sıladır bizler açısından.
Gençlik dönemlerinizde, bu zorunlu hicret, ilk zamanlarında çok kendini fark ettirmez size.
Bir bakmışsınız, bulunduğunuz şehrin büyüsüne kaptırırsınız kendinizi.
Kolay değil...
Belli bir zaman sonra başlar; anaya, babaya, bacıya, kardaşa, konu komşuya, Can arkadaşa özlem!..
Doğup büyüdüğünüz ev, oyun oynadığınız sokaklar, okul sıraları, öğretmenleriniz...
Gittiğiniz kahve, alış veriş yaptığınız dükkanlar, ekmek aldığınız fırınlar, bakallar, kasaplar, pazarlar...
Ara sıra tellere takılan, arada sırada da rüzgarın azizliğine uğrayıp yere çakılan Abra' da uçurtmayı çabaladığınız uçurtmalar...
Çocuksu dünyamızla oynadığımız oyunlar; hacuci, korti, gülle, çizgi, yakan topu, beştaş, uzun eşşek, stop, al satarım-bal satarım, çelik çomak, körebe, saklambaç, ve diğerleri...
Bayramlarda kurulan dönme dolap, leyli boş; akide ve de “beşi beş kuruş” Kamışlı şeker...
Ve sonraki yıllar; tek uğraşınız arkadaşlarla çamur sahada futbol!..
Az daha unutuyordum!
Yazlık-kışlık Lale sineması.
Şehrimizin televizyonsuz yılların tek eğlencesiydi. Maailece gidilen yıllardı.
Ah,Ah! mailece gidilen o güzelim yıllar... yazlık kısmında, filimin başlamasına saatler kala, boş sandalye kapmak için akın akın akardık sinemanın akasya ağaçlarının süslediği üstü açık salonuna.
Başınızı yere doğru eğdiğinizde, yeni sulanmış toprak; gökyüzüne baktığınızda ise, milyonlarca pırıl pırıl parıldayan yıldızlar.
Makinist Yusuf amca, (Kel Yusuf) 5' er dakika arayla, başını küçük takadan çıkartır di arada sırada, bakardı aşağıya; sinema dolmuş mu diye...
Akasya ağaçlarının hışırtısı, hafif esen rüzgardan okşanan masum çocuksu yüzler!... rehin alınan tulumbanın kolu ve mecburen filim arası susuzluktan almak zorunda bırakıldığımız "buz gibi gazoz" bağırtıları arasında patlatılan gazozlar ve havada uçuşan kapaklar...
Çekirdekçi İbrahim Dayıdan(Merhum İbrahim Belet), el arabasında kağıt külah içerinde alınan karpuz çekirdeği ve de seyir sırasında çaktırmadan uykuda şekerleme yapanlar!..
Hey gidi günler hey!
Bugüne kadar yitirdiğimiz tüm değerlerimize rahmet dilerken, Sehr-i Wiran' da yaşayan tüm hemşerilerime gönül dolusu saygı ve sevgilerimi iletiyorum.
sizlerle, özleme dayalı, geçmişe yönelik nostaljik bir yolculuktu amacım.
Viranşehir' e sahip çıkın; siyaset, kültür, sanat ve ekonomik anlamda güçlendirin.
Biliyoruz ki , bu konuda yeterli duayen Viranşehirli, Viranşehir' in tarihsel zenginliklerinde gizlidir. Bu zenginliği bulup, çıkartmak ve işlemek da sizin göreviniz.
Sevgiyle kalın.