KEYİFLİ PAZARLAR…
“İyi veya keyifli pazarlar!” derken, aklınıza sakın pazar alış-verişi, ya da siyasi gündemli bir miting, panel, konferans gibi etkinlikler gelmesin!
Ben oldum olası pazar gününü, dinlence günü olduğunu ısrarla savunanlarındanım.
Siyasi gündemden uzak, her türlü sosyal iletişim araçları ile TV niz kapalı…
Düşünün; pembe panjurlu, bin bir çiçekli bahçeli evinizdesiniz… şık eşofmanlarınızı üzerinize çekmişsiniz… sabah yürüyüşünüzü tamamlayıp duşunuzu aldıktan sonra keyifli bir kahvaltı… daha sonra elinizde günlük gazete… radyo da: Mozart, Çaykovski veya Beethoven veya Şopen’ in eserlerinin çaldığı klasik müzik çalıyor…
Kafanız ise rahat. Neden mutlu ve keyifli olmayasınız ki?
Demokratik, özgür ülkenin bir ferdisiniz… Yıllık geliriniz, bilmem kaç bin dolarla gelişmiş ülkelerle birincilik için yarışıyor… eğitiminiz; parasız, bilimsel, demokratik, çağdaş, laik…. Sağlığınız emin ve temiz ellere teslim; parasız ve dünyada tıp alanında söz sahibi… kızınız, eşiniz sokakta özgürce dolaşabiliyor… sanat ve sanatçı özgür; devlet güvencesi altında… memleketim dağları, ovaları, ormanları… daha doğrusu güzel yurdumun eşsiz doğası koruma altında: Ordu’ nun dereleri ise şırıl şırıl özgürce akıyor kendi yolunda…
Şehirleriniz, kentleriniz köylerimiz… (pardon! Bütün köyler şimdi mahalle oldu) çarpık şehircilikle değil, modern şehircilik anlayışı dediğimiz, hepsi birer mimari harikası, rengarenk şehirlerimiz, kentlerimiz…
Hanım! Bol köpüklü kahvem nerede kaldı?
Eeee! Neden kahvenizi püfür diyerek içmeyesiniz? Gel keyfim gel! Nede olsa bugün günlerden Pazar! Neşelenin biraz!
Sinemaya, kafanıza güzel bir filme, ya da doğada baş başa keyifli bir yürüyüşe… vallahi , o da size kalmış!
Siz siz olun pazarın keyfini çıkartın, bugün pazar… bugünün ardından, yani yarın hangi gündür, varın onu siz söyleyin. Benden hatırlatması.
\\\
Son iki yıldır, bu inatlaşma neden bilemiyorum?
Kış saati uygulamasında saatler ısrarla geri alınmayınca öğrenciler, emekçiler karanlıklarda yollarda!
Tüm şikayet ve ricalara rağmen geri adım atılmıyor.
Benim elimden de bir şey gelmiyor ama, aklımla bir hinlik geliyor: herkes koluna bir saat, üzerlerinde saat gösteren tüm dijital elektronik aletlerdeki saatlerimizi fiili olarak geriye alıp, fiili durum yaratarak mesai saatlerini kendimiz belirleyeceğiz. Nasıl olsa onların geri alacağı yok!
\\\\
Yeni yıla her zamanki gibi alışık olduğumuz şekilde yine mutlu girdik…
Sürpriz değildi, bekliyorduk!
Noel Baba, hediyesiyle değil, yine fiyat ayarlaması adı altında zam furyasıyla geldi!
Elin Noel babası hediye paketiyle, bizim Noel baba zam paketiyle geliyor… elimden bir şey de gelmiyor, Bağışlayın beni.
\\\
Elimden gelmiyor deyince, birden bire bir fıkra geldi aklıma.
Adamın biri ağrıları artınca Doktora gider.
Muayene, tetkik, filim röntgen, tahlil sonucunda sonra Doktor hastaya:
---Maalesef durumunuz çok kötü çok kısa bir ömrünüz kaldı, maalesef öleceksiniz, der.
Hasta: Yapmayın doktor, siz ne diyorsunuz, hayatımın baharında… Peki, ne kadar ömrüm kaldı? Üç yıl mı? diye sorar….
Doktor kaşlarını kaldırarak olumsuz cevap verir…
Hasta: peki 2 …
Doktor, yine kaşıyla olumsuz cevap verir.
Hasta: 1, 6,3,2,1 ay mı ? diye sorar…
Doktor: Şu üç günlük dünya da üç gün ömrünüz kaldı, der.
Hasta: Yapmayın doktor, elinizden bir şey gelmez mi, ne olur yalvarıyorum, der.
Doktor: Yalnızca elimden bu gelir, diyeyerek, hastanın eline bir kağıt tutuşturur.
Hasta: bu ne doktor. İlaç reçetesi mi?
Doktor: Hayır, Helva Tarifi!
\\\\\
Keyifli pazarlar, neşeniz bol olsun!
Büyüm şair Nazım Hikmet’ in şiirle hoşça kalın.
Tıpkı büyük usta Nazım Hikmet’ in şiirinde dediği gibi:
“Yaşamak şakaya gelmez/ büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela / yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden / yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın / yani o derecede, öylesine ki / mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda / yahut kocaman gözlüklerin / beyaz gömleğinle bir laboratuvarda / insanlar için ölebileceksin / hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için / hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken / hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde/Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı / yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin / hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil / ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için / yaşamak yanı ağır bastığından…”